2010 yılı sonlarında Tunus’ta başlayan halk hareketleri zaman içinde büyüyerek tüm Ortadoğu’yu etkisi altına almış ve önemli siyasal dönüşümlere neden olmuştur. “Arap Ayaklanmaları” olarak tanımlanan bu isyanlarda uzun süren protesto ve gösteriler, kimi ülkelerde siyasi iktidar değişimlerine yol açarken, başta Suriye olmak üzere kimi ülkelerde yerini iç savaşa bırakmıştır. Senelerce süren iç savaş, insani ve toplumsal açıdan ciddi bir yıkım getirmesinin yanı sıra, niteliği ve sonuçları itibarıyla bölgesel güvenlik ve istikrar açısından da ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
En uzun sınırlara sahip komşusu olması yanında derin tarihi ve kültürel bağları paylaşması sebebiyle Suriye’nin içinde bulunduğu durum doğal olarak Türkiye’yi yakından ilgilendirmektedir. Çatışmalar üçüncü yılına girerken kesin bir sonuca ulaşmayan iç savaşın doğurduğu en büyük neticelerden birisi de olaylardan kaçmak zorunda kalan Suriyelilerin komşu ülkelere sığınmalarıdır. 100 binden fazla insanın hayatını kaybettiği, 5 milyondan fazla insanın ülke içerisinde yer değiştirmek zorunda kaldığı Suriye’de 2 milyon insan Ürdün, Irak, Lübnan ve Türkiye’ye göç etmişlerdir. İç savaşın başladığı günlerden itibaren ülkemize giriş yapan mülteci sayısı, resmi rakamlara göre, 650 bini aşmış durumdadır. İki yıldan fazla bir süredir devam eden mülteci akını karşısında başta Başbakanlık Afet ve Acil Durum Koordinasyon Başkanlığı ve Türk Kızılayı olmak üzere pek çok kurum ile sivil toplum kuruluşları seferber olurken; mülteci akışının hızı ve büyüyen mülteci varlığı da çözülmesi gereken pek çok sorunu beraberinde getirmiştir. Kamplarda yaşanabilecek sıkıntılar, kamp koşullarının iyileştirilmesi, mültecilerin hukuki statüsü, bazı mültecilerin büyük şehirleri tercih etmelerinden doğan sorunlar ve kentlerdeki mültecilerin geleceği, savaş mağdurlarının psikolojisi ve yerli halkla ilişkileri, kayıt dışılık, dilsel, kültürel sorunlar ve eğitim mültecilerin karşı karşıya olduğu öncelikli sorunların başında gelmektedir.
Bu ve benzeri problemlere ilişkin yapılacak tartışmaların ve akademik çalışmaların Türkiye’nin genel mülteci politikasına ve Suriyeli sığınmacılar konusundaki tavrının daha güçlü bir perspektif kazanmasına katkıda bulunacağı kanaatini taşımaktayız. Olağanüstü durumların orta veya uzun vadede doğurabileceği muhtemel sosyal krizlerin önüne geçebilmek için sivil toplum kuruluşları ve yerel yönetimlerin rolünün artırılması da elzem görünmektedir. Bu doğrultuda gerçekleşen olumlu örneklerin model teşkil etmesi ve bilgi alışverişi, hiç şüphesiz sorunların çözümünde dinamizmi artıran önemli bir faktör olacaktır. Dolayısıyla önemli bir örnek teşkil edeceğine inandığımız “Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Boyutlarıyla Suriyeli Mülteciler” başlıklı panelimiz yüksek düzeyli devlet temsilcileri, akademisyenler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve düşünce kuruluşlarını buluşturarak meseleyi yeniden düşündürme ve yeni bir perspektif kazandırma amacı taşımaktadır.